Kayıtlar

Yolun İki Ucu

Kulağımda kulaklığım, kulakta yok bana bu cihanda bir yer çalıyor. Yolun ritmi, şarkının melodisine karışıyor. Camdan dışarı bakıyorum; akıp giden manzara, içimdeki gelgitlere ayna tutuyor. Gideceğim yer evim ama ardımda bıraktıklarımın bıraktığı boşluk ağır. Bir yanım eve dönmenin sıcaklığını özlemiş, tanıdık duvarlara, bildik kokulara, anıların saklandığı köşelere kavuşmayı bekliyor. Diğer yanım ise, geride kalanları düşünmekten kendini alıkoyamıyor. Sevdiklerimi arkamda bırakıyorum, yine. Alışır mı insan bu ayrılıklara, yoksa her seferinde biraz daha mı eksilir? Yolculuk hep böyledir. Varış noktası ne kadar tanıdık olursa olsun, geride bırakılanlar hep bilinmez bir boşluk yaratır insanın içinde. Gideceğim yer belli ama içimdeki hisler yolunu şaşırmış gibi. Mutlulukla hüznün ince çizgisinde yürüyorum, düşmemek için kendimi şarkıya bırakıyorum. Yolculuk devam ediyor, ben de ediyorum. Evime gidiyorum. Ama biliyorum ki yolun diğer ucunda, bir başka gün, bir başka ayrılık beni bekliyor.

17 Yaşım

Az önce bir video gördüm. "Bu dünyada iç çektiysem, 17 yaşıma iç çekmişimdir," diyordu. Ve ben de iç çektim. 17 yaşımdı gözümün önünden geçen. Sokak lambalarının altından geçen bir gölge gibi, hatıralarım bir bir aklıma düştü. O zamanlar, hayatımı ne kadar da zor sanıyordum. Küçücük dertlerimi dev aynasında görüyordum. Oysa bilmiyordum ki, insan büyüdükçe dertler de büyüyormuş, yollar uzuyormuş, gökyüzü bile bazen üstüne çöküyormuş. 17 yaşımda mutluydum aslında. Ama farkında değildim. O zamanlar kendimi dünyanın en yalnız insanı sanıyordum. Şimdi dönüp baktığımda, yanımda kimlerin olduğunu görüyorum. Belki de asıl yalnızlık, şimdi hissettiğim şeydi. O zamanlar, küçük bir odada saatlerce müzik dinleyerek, yağmuru izleyerek, kahkahalarımı geceye savurarak mutlu olabiliyordum. Şimdi kahkahalarımın sesi bile değişmiş gibi geliyor. Bana şu anda bir dilek hakkı verilse, dönüp 17 yaşıma sığınırdım. Hiç büyümezdim. 17 yaşında, tam da o anlarda, olduğum gibi kalırdım. Ne eksik, ne faz...

Mutluluk:Uzakta Değil,İçimizde

Mutluluk… Hepimizin peşinde olduğu, bazen elimizin hemen altında hissedip bazen de ulaşılmaz sandığımız o his. Çoğu zaman mutlu olmayı büyük olaylara, büyük değişimlere ya da başkalarına bağlıyoruz. Ama mutluluk, aslında dışarıda bir yerde değil. O, küçük anların içinde, içimizde saklı. Mutluluğun Formülü Var mı? Birçoğumuz, mutluluğun belli bir formülü olduğuna inanmak istiyoruz. “Şunu yaparsam mutlu olurum, bunu elde edersem huzura kavuşurum” diyoruz. Ama gerçek şu ki, mutluluk tek bir şeye bağlı değil. Mutlu insanlar, mükemmel bir hayatı olanlar değil; sahip olduklarını görebilenler. Bazen, sıcak bir Türk kahvesi yudumlarken, bazen sevdiğimiz bir şarkıyı dinlerken, bazen de bir çocuğun gülümsemesine tanık olduğumuzda o his içimizi kaplar. Küçük şeyleri fark etmek, hayatın içindeki güzellikleri görebilmek en büyük anahtar. Mutluluk Nerede Saklı? Anı Yaşamak: Geçmişi değiştiremeyiz, gelecek de henüz gelmedi. O yüzden sadece şu anı hissedebilmek, mutluluğun kapısını açan en önemli anah...

Rutin

Gözlerini açtığında odana vuran sabah ışığı… Elini yüzüne götürmen, yatağını düzeltmen, mutfağa yürüyüp su içmen… Belki de fark etmediğin ama seni sen yapan küçük tekrarlar. Rutin, hayatın görünmez ipliği gibi; fark etmeden dokuyorsun ama koparsa dağılacağını hissediyorsun. Bazıları için rutin, sıkıcılıkla eş anlamlıdır. Hep aynı şeyleri yapmak, aynı yolları yürümek, aynı cümleleri kurmak… Oysa rutin, insanın kök salma biçimidir. Tıpkı bir ağacın toprağa tutunması gibi, biz de alışkanlıklarımızla hayata tutunuruz. Düşün, bir sabah uyandığında bildiğin hiçbir şey yerinde olmasa… Ocağa koyduğun kahve, her zamanki gibi kokmasa, yürüdüğün sokak başka bir yere çıkıyor olsa… Düzenin kaybolduğu yerde, belirsizlik büyür. İnsan, tahmin edebildiği şeylerin içinde güvende hisseder. Ve aslında her tekrar, bir nefestir. Her gün aynı deftere not almak, her akşam aynı pencerenin önünde durmak… Bunlar sıkıcı değil, anlamlıdır. Çünkü o defter, senin düşüncelerinin tanığıdır. O pencere, gün içinde kaç k...

Gereksiz Yükler

Bazen her şeyden, herkesten bir anda soğuyorum. Öyle bir soğuma ki, içimdeki tüm hisler buz kesiyor. Bir köşede durup hayatıma aldığım insanlara bakıyorum. Zihnimde küçük bir sorgu odası kuruyorum, bir bir oturtuyorum hepsini karşıma. Sorgusuz sualsiz sevdiğim insanlar... Öylece düşünmeye başlıyorum: "Bu kişi neden burada? Neden benim hayatımda?" O an fark ediyorum, ne kadar da gereksiz yük biriktirmişim sırtımda. Ben sevdikçe hafifleyeceğimi sanmışım; oysa ki sevdikçe ağırlaşmış, dizlerim titremiş. Kimi, nereye koymuşum? Kimin uğruna kaç gece kendimden vazgeçmişim? İşte o düşünceye bir kere kapıldım mı, biter o insan benim için. Bu bir nefretten değil, kırgınlıktan değil. Hatta çoğu zaman bir sebebi bile yok. O bağ kopuyor bir anda, belki de hiçbir zaman gerçek bir bağ olmadığını fark ediyorum. Gereksiz detayların, anlamsız konuşmaların, boş gülüşlerin ağırlığıyla yaşamışım meğer. Birilerinin hayatında yalnızca bir "doldurulacak boşluk" olduğumu anladığımda aniden ...

Gurbetin Sesi,Huzurun İzleri

Bazen insan, yaşamın telaşında kendini unutuyor. Yükler ağırlaşıyor, sesler çoğalıyor ve kalbin derinliklerindeki o tanıdık dinginlik kayboluyor. İşte tam da böyle bir an, içimde bir kıvılcım yandı: "Dur ve dinle." Bu kez kalbimin sesine kulak verdim. Her şeyden biraz uzaklaşıp kendime sarılmaya karar verdim. Kendimi dinlemek ve dinlenmek… Ne büyülü bir birleşim, değil mi? Bu yolculuk, yalnızca bedenimi değil, ruhumu da dinlendirmek için atılmış bir adım oldu. Sevdiklerimin yanına, hasretin yorgun yüzünü silmeye geldim. Onların sıcak bakışları, kahkahaları ve sessizliği bile, kalbimde yanan o gurbet ateşini söndürmeye yetti. Gurbet… Ne garip bir kelime. Bir yandan özlem, bir yandan hasret; ama en çok da dönüşlerin kıymetini öğreten bir duygu. Burada, sevgiyle çevrili olduğum bu yerde, içimde büyüyen huzuru tarif edemem. Her anı sindiriyorum, her nefeste yenileniyorum. Biliyorum ki, döneceğim gün geldiğinde sadece buradan değil, bu huzurdan da bir parça götüreceğim yanıma. Bu ...

Kendine Molalar

 Bazen bedenin taşıyamadığı yükü zihin de taşıyamaz. İnsan, nefes almak için kaçıp sığındığı yerleri arar; o yerlere varınca da bir sıcaklık, bir nefes, bir “iyi ki” arar. İşte burası senin o köşen, Eylül. Yorgun olsan da, suskun olsan da burası seni hep bekler. Buraya ait olan bir şey eksik olamaz, çünkü buranın mayası sensin. İsteksizlik... Ne garip bir kelime. Yavaş yavaş çekilir elinden o parlak ipler; heves, yerini bir boşluğa bırakır. Ama bil ki, bu da geçecek. Dinginlik her zaman yeni bir başlangıç taşır içinde. Bazen durmak da bir yolculuktur çünkü; bazen sessizlik de kendini bulmanın bir adımıdır. Kendi içinde açılan bu boşluğa nergisler ek; bir parça lacivert kat gökyüzünden kopardığın. Kedilerin mırıltısını getir bu sessizliğe, biraz da deniz kokusu. Unutma, yorgunluk bir süreliğine konuk olur, ama senin özün her zaman güçlü kalır. Biraz dur, biraz kendine dön. Bu, kötü bir şey değil. Hatta belki tam da ihtiyacın olan şey. Ve unutma, bu köşe hep senin; her gelişinde seni...