Kayıtlar

Şubat, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yolun İki Ucu

Kulağımda kulaklığım, kulakta yok bana bu cihanda bir yer çalıyor. Yolun ritmi, şarkının melodisine karışıyor. Camdan dışarı bakıyorum; akıp giden manzara, içimdeki gelgitlere ayna tutuyor. Gideceğim yer evim ama ardımda bıraktıklarımın bıraktığı boşluk ağır. Bir yanım eve dönmenin sıcaklığını özlemiş, tanıdık duvarlara, bildik kokulara, anıların saklandığı köşelere kavuşmayı bekliyor. Diğer yanım ise, geride kalanları düşünmekten kendini alıkoyamıyor. Sevdiklerimi arkamda bırakıyorum, yine. Alışır mı insan bu ayrılıklara, yoksa her seferinde biraz daha mı eksilir? Yolculuk hep böyledir. Varış noktası ne kadar tanıdık olursa olsun, geride bırakılanlar hep bilinmez bir boşluk yaratır insanın içinde. Gideceğim yer belli ama içimdeki hisler yolunu şaşırmış gibi. Mutlulukla hüznün ince çizgisinde yürüyorum, düşmemek için kendimi şarkıya bırakıyorum. Yolculuk devam ediyor, ben de ediyorum. Evime gidiyorum. Ama biliyorum ki yolun diğer ucunda, bir başka gün, bir başka ayrılık beni bekliyor.

17 Yaşım

Az önce bir video gördüm. "Bu dünyada iç çektiysem, 17 yaşıma iç çekmişimdir," diyordu. Ve ben de iç çektim. 17 yaşımdı gözümün önünden geçen. Sokak lambalarının altından geçen bir gölge gibi, hatıralarım bir bir aklıma düştü. O zamanlar, hayatımı ne kadar da zor sanıyordum. Küçücük dertlerimi dev aynasında görüyordum. Oysa bilmiyordum ki, insan büyüdükçe dertler de büyüyormuş, yollar uzuyormuş, gökyüzü bile bazen üstüne çöküyormuş. 17 yaşımda mutluydum aslında. Ama farkında değildim. O zamanlar kendimi dünyanın en yalnız insanı sanıyordum. Şimdi dönüp baktığımda, yanımda kimlerin olduğunu görüyorum. Belki de asıl yalnızlık, şimdi hissettiğim şeydi. O zamanlar, küçük bir odada saatlerce müzik dinleyerek, yağmuru izleyerek, kahkahalarımı geceye savurarak mutlu olabiliyordum. Şimdi kahkahalarımın sesi bile değişmiş gibi geliyor. Bana şu anda bir dilek hakkı verilse, dönüp 17 yaşıma sığınırdım. Hiç büyümezdim. 17 yaşında, tam da o anlarda, olduğum gibi kalırdım. Ne eksik, ne faz...

Mutluluk:Uzakta Değil,İçimizde

Mutluluk… Hepimizin peşinde olduğu, bazen elimizin hemen altında hissedip bazen de ulaşılmaz sandığımız o his. Çoğu zaman mutlu olmayı büyük olaylara, büyük değişimlere ya da başkalarına bağlıyoruz. Ama mutluluk, aslında dışarıda bir yerde değil. O, küçük anların içinde, içimizde saklı. Mutluluğun Formülü Var mı? Birçoğumuz, mutluluğun belli bir formülü olduğuna inanmak istiyoruz. “Şunu yaparsam mutlu olurum, bunu elde edersem huzura kavuşurum” diyoruz. Ama gerçek şu ki, mutluluk tek bir şeye bağlı değil. Mutlu insanlar, mükemmel bir hayatı olanlar değil; sahip olduklarını görebilenler. Bazen, sıcak bir Türk kahvesi yudumlarken, bazen sevdiğimiz bir şarkıyı dinlerken, bazen de bir çocuğun gülümsemesine tanık olduğumuzda o his içimizi kaplar. Küçük şeyleri fark etmek, hayatın içindeki güzellikleri görebilmek en büyük anahtar. Mutluluk Nerede Saklı? Anı Yaşamak: Geçmişi değiştiremeyiz, gelecek de henüz gelmedi. O yüzden sadece şu anı hissedebilmek, mutluluğun kapısını açan en önemli anah...

Rutin

Gözlerini açtığında odana vuran sabah ışığı… Elini yüzüne götürmen, yatağını düzeltmen, mutfağa yürüyüp su içmen… Belki de fark etmediğin ama seni sen yapan küçük tekrarlar. Rutin, hayatın görünmez ipliği gibi; fark etmeden dokuyorsun ama koparsa dağılacağını hissediyorsun. Bazıları için rutin, sıkıcılıkla eş anlamlıdır. Hep aynı şeyleri yapmak, aynı yolları yürümek, aynı cümleleri kurmak… Oysa rutin, insanın kök salma biçimidir. Tıpkı bir ağacın toprağa tutunması gibi, biz de alışkanlıklarımızla hayata tutunuruz. Düşün, bir sabah uyandığında bildiğin hiçbir şey yerinde olmasa… Ocağa koyduğun kahve, her zamanki gibi kokmasa, yürüdüğün sokak başka bir yere çıkıyor olsa… Düzenin kaybolduğu yerde, belirsizlik büyür. İnsan, tahmin edebildiği şeylerin içinde güvende hisseder. Ve aslında her tekrar, bir nefestir. Her gün aynı deftere not almak, her akşam aynı pencerenin önünde durmak… Bunlar sıkıcı değil, anlamlıdır. Çünkü o defter, senin düşüncelerinin tanığıdır. O pencere, gün içinde kaç k...